Yuh!
08 MAYIS 2010
Hem de kaç bin kere yuh!..
***
Tam Nişantaşı’nda Sezai Selek Sokak ile Vali Konağı caddesinin kesiştiği köşedeki, nefis yemekleri kadar olağanüstü atmosferi ile de insana kendini mükemmel hissettiren Alaçatı Cafe’ye kurulmuş, yemeğimi söylemiş, bilgisayarımı açmış, yazıya başlamak üzereydim ki, telefon çaldı… Arkadaşlar arıyordu… “Baykal’ın seks videosundan haberiniz var mı?”…
***
Buradan Deniz Baykal’ı kim bilir kaç kere eleştirmişimdir… Kim bilir kaç kere “Giderse, bırakırsa CHP kurtulur” tadında yazı yazmışımdır…
Ama bu kez tam tersi duygular içindeyim… Evet, düşüncenin sükût ettiği; etmesi gerektiği, duyguların her şeyi bir kenara itip harekete geçmesi gereken bir durumdur bu…
Madem ki, bu kadar büyük bir bel altı e-şerefsiz saldırıya maruz kaldı…
Madem ki, bu yakıştırma kokan tezvirat sadece e-şerefsizlerin dünyasında kalmayıp ‘necip’ Türk medyası tarafından da ‘kullanıldı’…
Madem ki, milleti bu kadar aşağılamayı göze alıyorlar…
O zaman bugün herkesin iki kez düşünmesi gerek… Baykal bu mudur, yani?.. İnternete ‘düşen’ o filmdeki atmosferin adamı mıdır? O kültür ve değerler manzumesinin içinden mi gelir Baykal? Haşa… Bunu bana kimse söyletemez…
Bu işin duygusal boyutuydu… Şimdi gelelim düşünce boyutuna…
***
Sorduklarında söylenip dururdum… “Siyasi liderin bir menkıbesi olmalı… Anlatacak bir kahramanlık öyküsü. Onu ya kahraman yapan, ya da mağdur eden bir hadise…”
Ecevit’in Kıbrıs’ı vardı… Süleyman Bey’in barajları… Her ikisinin Hamzakoy’ü… Özal’ın dönüşümü tetikleyen radikal ekonomik ve sosyal yasa değişiklikleri… Recep Tayyip Erdoğan’ın bir şiir yüzünden hapislerde yatması… Baykal dendiğinde ise akla gelen ilk kavram ‘hizipçilik’ idi… Bundan böyle –tabii ki büyük olasılıkla bu vartayı atlatacak- bu mağduriyet onun menkıbesi olarak siyaset tarihine geçebilir… Baykal bu işten güçlenerek çıkabilir…
Tabii krizi iyi yönetirse…
3 M kuralını ‘usulü veçhile’ uygularsa. Yani, aynı anda Mağdur, Mahzun ve Mağrur durmayı başarabilirse… Hukuk savaşının yanı sıra iletişim savaşını halkın ortak ruhi şekillenmesine göre yönetebilirse… Bu işten güçlenerek çıkar…
Peki ya tersi olursa?..
***
Tersi olursa, işler kötü demektir… Her türlü hırçınlık burada ölümcül sonuçlar doğurabilir… “Şuuyu vukuundan beterdir” algısı oluşuverirse, iş ve iletişim yönetiminde “dead lock” denen ‘kilitlenme” durumu ortaya çıkar ki, o zaman tek çıkış yolu ceketi alıp gitmektir… Haklı olunsa dahi ‘gitme’ yolu seçilebilir… Kalanları kurtarmak adına…
Çünkü bu durumlarda bazen “galiptir bu yolda mağlup” durumu da her an oluşabilir…
Allah Deniz Bey’in yardımcısı olsun… Zor iş…
En çok konuşulan markalar
Marka yönetimi konusunda yakından izlediğim The Brand Age dergisinin, BrandTalk adlı sistemli araştırmasının Nisan ayı sonuçları yayınlanmış. Tüketicilerin kendi aralarındaki sohbetlerinde, "hangi markaları konuşarak" ve "neden günlük yaşamlarına dâhil ederek konuştukları" sorularının cevaplarını aranmış.
Sonuçlara göre; Nisan ayında tüketicilerin en çok konuşma konusu yaptıkları ilk 5 marka şöyleymiş: 1. Adidas, 2. Nokia, 3. Nike, 4. Arçelik, 5. Ülker.
Bir önceki aya kıyasla Samsung, Bosch ve Casper ilk 10 marka sıralamasının dışında kalırken, LCWaikiki, Avon ve Turkcell Nisan ayında tüketicilerin en çok konuştukları ilk 10 sıralamasında yer almışlar.
‘Konuşulmak’ yani ‘Farkındalık’, satın alma kararı serüveninde çok önemli bir adımdır. Ancak yeterli değildir. Satın alma kararını sonuca götürecek olan temel unsur o ürünün tanınmasından çok, hedef kitlesiyle kurduğu sağlam bağdır… Listeyle birlikte bu küçük fakat önemli notun da değerlendirilmesinde yarar vardır…
***
Tam Nişantaşı’nda Sezai Selek Sokak ile Vali Konağı caddesinin kesiştiği köşedeki, nefis yemekleri kadar olağanüstü atmosferi ile de insana kendini mükemmel hissettiren Alaçatı Cafe’ye kurulmuş, yemeğimi söylemiş, bilgisayarımı açmış, yazıya başlamak üzereydim ki, telefon çaldı… Arkadaşlar arıyordu… “Baykal’ın seks videosundan haberiniz var mı?”…
***
Buradan Deniz Baykal’ı kim bilir kaç kere eleştirmişimdir… Kim bilir kaç kere “Giderse, bırakırsa CHP kurtulur” tadında yazı yazmışımdır…
Ama bu kez tam tersi duygular içindeyim… Evet, düşüncenin sükût ettiği; etmesi gerektiği, duyguların her şeyi bir kenara itip harekete geçmesi gereken bir durumdur bu…
Madem ki, bu kadar büyük bir bel altı e-şerefsiz saldırıya maruz kaldı…
Madem ki, bu yakıştırma kokan tezvirat sadece e-şerefsizlerin dünyasında kalmayıp ‘necip’ Türk medyası tarafından da ‘kullanıldı’…
Madem ki, milleti bu kadar aşağılamayı göze alıyorlar…
O zaman bugün herkesin iki kez düşünmesi gerek… Baykal bu mudur, yani?.. İnternete ‘düşen’ o filmdeki atmosferin adamı mıdır? O kültür ve değerler manzumesinin içinden mi gelir Baykal? Haşa… Bunu bana kimse söyletemez…
Bu işin duygusal boyutuydu… Şimdi gelelim düşünce boyutuna…
***
Sorduklarında söylenip dururdum… “Siyasi liderin bir menkıbesi olmalı… Anlatacak bir kahramanlık öyküsü. Onu ya kahraman yapan, ya da mağdur eden bir hadise…”
Ecevit’in Kıbrıs’ı vardı… Süleyman Bey’in barajları… Her ikisinin Hamzakoy’ü… Özal’ın dönüşümü tetikleyen radikal ekonomik ve sosyal yasa değişiklikleri… Recep Tayyip Erdoğan’ın bir şiir yüzünden hapislerde yatması… Baykal dendiğinde ise akla gelen ilk kavram ‘hizipçilik’ idi… Bundan böyle –tabii ki büyük olasılıkla bu vartayı atlatacak- bu mağduriyet onun menkıbesi olarak siyaset tarihine geçebilir… Baykal bu işten güçlenerek çıkabilir…
Tabii krizi iyi yönetirse…
3 M kuralını ‘usulü veçhile’ uygularsa. Yani, aynı anda Mağdur, Mahzun ve Mağrur durmayı başarabilirse… Hukuk savaşının yanı sıra iletişim savaşını halkın ortak ruhi şekillenmesine göre yönetebilirse… Bu işten güçlenerek çıkar…
Peki ya tersi olursa?..
***
Tersi olursa, işler kötü demektir… Her türlü hırçınlık burada ölümcül sonuçlar doğurabilir… “Şuuyu vukuundan beterdir” algısı oluşuverirse, iş ve iletişim yönetiminde “dead lock” denen ‘kilitlenme” durumu ortaya çıkar ki, o zaman tek çıkış yolu ceketi alıp gitmektir… Haklı olunsa dahi ‘gitme’ yolu seçilebilir… Kalanları kurtarmak adına…
Çünkü bu durumlarda bazen “galiptir bu yolda mağlup” durumu da her an oluşabilir…
Allah Deniz Bey’in yardımcısı olsun… Zor iş…
En çok konuşulan markalar
Marka yönetimi konusunda yakından izlediğim The Brand Age dergisinin, BrandTalk adlı sistemli araştırmasının Nisan ayı sonuçları yayınlanmış. Tüketicilerin kendi aralarındaki sohbetlerinde, "hangi markaları konuşarak" ve "neden günlük yaşamlarına dâhil ederek konuştukları" sorularının cevaplarını aranmış.
Sonuçlara göre; Nisan ayında tüketicilerin en çok konuşma konusu yaptıkları ilk 5 marka şöyleymiş: 1. Adidas, 2. Nokia, 3. Nike, 4. Arçelik, 5. Ülker.
Bir önceki aya kıyasla Samsung, Bosch ve Casper ilk 10 marka sıralamasının dışında kalırken, LCWaikiki, Avon ve Turkcell Nisan ayında tüketicilerin en çok konuştukları ilk 10 sıralamasında yer almışlar.
‘Konuşulmak’ yani ‘Farkındalık’, satın alma kararı serüveninde çok önemli bir adımdır. Ancak yeterli değildir. Satın alma kararını sonuca götürecek olan temel unsur o ürünün tanınmasından çok, hedef kitlesiyle kurduğu sağlam bağdır… Listeyle birlikte bu küçük fakat önemli notun da değerlendirilmesinde yarar vardır…