Yumurtanın kabuğu kırılmak üzeredir
02 Mart 2017 - Yeni Şafak
Bir okurum uzunca bir mektup yazmış. Anayasa değişikliği konusunda yasal meseleleri tam olarak kavramakta zorluk çektiğini söylemiş. Ben de ona başka bir yöntem önerdim ve dedim ki:
“Size tek tavsiyem olabilir. O da olayı, tarihi perspektif içinde bakarak anlamaya çalışmanızdır.
Naçizane görüşüme göre toplumda siyasî ve ekonomik kırılmaların nedeni; toplumun üretici güçleriyle o üretici güçlerin (yani insanlık tekâmül serüveninin) önündeki engellerin kaldırılması meselesinden kaynaklanmaktadır.
Fransız devriminin, gelişen burjuvazinin ve manifaktür dönemi üretim ilişkilerinin önlerindeki siyasal, ekonomik ve sosyal engellerin kaldırılması yolunda hayata geçtiği iddia edilir.
Aynı şekilde kapitalizm, buhara dayalı sanayileşmenin direttiği bir kırılma idi (Hani şimdilerde ona ‘Sanayi 1.0’ diyorlar). Hemen ardından elektrik enerjisinin devreye girmesinin peşine liberalizmin takıldığı ifade edilir. (Sanayi 2.0)
Otomasyon ise serbest pazar ekonomisi ve ona bağlı olarak küreselleşmeyi, demokrasiyi dikte etti toplumlara (Sanayi 3.0). Bugün artık dördüncü kırılmadan, İnternet'in devreye girmesiyle adından söz edilmeye başlanan Sanayi 4.0 gündemde (Şeylerin interneti vs). O da kendi ekonomik, sosyal ve yasal ekosistemini, toplumlar o olgunluğa eriştiklerinde, dikte edecektir.
Şimdi bu çok özet perspektif içinde Türkiye'deki kırılma noktalarına bakalım. İmparatorluktan Cumhuriyet'e geçiş tabii ki en belirgin kırılmaydı. İmparatorluğun hiçbir sistemi, üretim ilişkilerinde gelinen noktaya cevap verebilecek nitelikte değildi. O nedenle sıçrama kaçınılmazdı.
İkinci büyük kırılma 1950'de çok partili sisteme geçişle birlikte Demokrat Parti'nin tek başına iktidara gelmesiyle yaşandı. Ticaret burjuvazisi hızla gelişmiş, özellikle de çiftçilik ciddi boyut kazanmıştır. Hem rahmetli Celal Bayar'ın hem de rahmetli Adnan Menderes'in kırsal kesim üretiminden geliyor olmaları bir tesadüf değildir.
Asker - sivil - aydın bürokrasisiyle ülkenin üretim güçlerine ve siyasal sistemine hâkim olmuş 'devlet partisi' CHP'nin yeni gelişen bu kesimlerin önünü, daha fazla kesmesi mümkün değildi. Demokrasinin ilk tohumlarının atılması; yeni filizlenen üretici güçlerin önünün açılması gerekiyordu.
Bir sonraki kırılma 1983'te 24 Ocak Kararları ve hemen ardından Özal döneminin devreye girmesiyle yaşanacaktı. Taşra burjuvazisi de gelişmişti artık ve serbest piyasa ekonomisinin önünde duran engeller kaldırılmalı, liberalizme yol açılmalıydı.
Bütün bunlara rağmen devlet hâlâ en büyük ekonomik ve üretici güç olarak pozisyonunu koruyor; asker-sivil-aydın bürokrasisi hâkim-i mutlak gibi iktidarlarla dilediği gibi oynayabiliyordu. O yıllarda hükümetlerin ortalama ömrü 1,5 yıldı ve meclis aritmetiğine bakılmadan atanan Nihat Erim, Yalım Erez gibi millette tabanı olmayan bürokratların kurdukları hükümetlere güven oyu aldırılıyordu...
İlk kurulduğu günden bu yana siyasî varoluş erkini asker-sivil-aydın bürokrasisinden alan ve bu nedenle çok partili sisteme, yani millî iradenin bir ölçüde tecelli etmeye başladığı sisteme adapte olamayan CHP, genlerine yerleşmiş ‘halka rağmen halk için’ konseptinin etkisiyle bir kez daha tek başına iktidar olma şansını elde edemeyecekti.
AK Parti ve lideri tarih sahnesine bir gereklilik sonucu çıktılar... Toplumun ekonomik, siyasî ve sosyal anlamda geldiği tekâmül noktasının gereklerini bir bir yerine getirmek durumundaydılar; yoksa varoluş nedenlerini inkâr etmiş olurlardı. Neydi misyonları? Devleti küçültmek; özelleştirmelere, CHP'ye ve muhafazakâr sola rağmen hız vermek, sağlık meselesini çözmek; alt yapı yatırımlarını hızlandırmak; ihracatı ve mega projelerle ülkenin refah seviyesini artırmak...
Türkiye'nin bütün üretici güçlerinin ülke ekonomisi içinde yer almalarını ve refahtan pay elde edebilmelerini sağlamak üzere yeni gelişen millî burjuvazinin temsilcisi olan AK Parti (Bazılarını AK Parti'de karşılaştıkları zaman şaşırtan sosyal demokrat söylem ve politikaların nedeni, temsil edilen işte o millî burjuvazidir) misyonunu tamamlayabilmiş midir?
Hayır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz, pek çok iktidarın önünde tutucu bir set gibi duran asker-sivil-aydın bürokrasisi, bu misyonun ve Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinin önündeki engellerden en yamanı, ancak belki de sonuncusudur. Toplum dinamikleri değişir, Sanayi 4.0 çok farklı bir kırılımı dikte eder, onu bilemem. Ancak Türkiye'nin önündeki son çağ dışı engel budur ve bu engel aşılmak üzeredir...
Anayasa değişikliği bu misyonun son aşamasıdır. Bugün Evet çıksa da, çıkmasa da, yakın bir gelecekte mutlaka gerçekleşecek bir 'kırılmadır'... Çünkü yumurtanın içindeki civciv olgunlaşmıştır. Ve var olabilmek, hayatta kalabilmek için kabuğunu kırmak durumundadır...
Var oluşunun kaynağını o bürokrasiden alan; sadece onun desteğiyle iktidar, ya da hiç değilse iktidarın en azından bir parçası olma arzusunu bir refleks haline getirmiş olan CHP ise, kabuğun kırılmaması için bütün gayretiyle mücadele etmektedir. İnsanların bu serüvende nerede pozisyon alacakları, onların gelecek konusundaki sorumluluklarının bir parçası olacaktır...
“Size tek tavsiyem olabilir. O da olayı, tarihi perspektif içinde bakarak anlamaya çalışmanızdır.
Naçizane görüşüme göre toplumda siyasî ve ekonomik kırılmaların nedeni; toplumun üretici güçleriyle o üretici güçlerin (yani insanlık tekâmül serüveninin) önündeki engellerin kaldırılması meselesinden kaynaklanmaktadır.
Fransız devriminin, gelişen burjuvazinin ve manifaktür dönemi üretim ilişkilerinin önlerindeki siyasal, ekonomik ve sosyal engellerin kaldırılması yolunda hayata geçtiği iddia edilir.
Aynı şekilde kapitalizm, buhara dayalı sanayileşmenin direttiği bir kırılma idi (Hani şimdilerde ona ‘Sanayi 1.0’ diyorlar). Hemen ardından elektrik enerjisinin devreye girmesinin peşine liberalizmin takıldığı ifade edilir. (Sanayi 2.0)
Otomasyon ise serbest pazar ekonomisi ve ona bağlı olarak küreselleşmeyi, demokrasiyi dikte etti toplumlara (Sanayi 3.0). Bugün artık dördüncü kırılmadan, İnternet'in devreye girmesiyle adından söz edilmeye başlanan Sanayi 4.0 gündemde (Şeylerin interneti vs). O da kendi ekonomik, sosyal ve yasal ekosistemini, toplumlar o olgunluğa eriştiklerinde, dikte edecektir.
Şimdi bu çok özet perspektif içinde Türkiye'deki kırılma noktalarına bakalım. İmparatorluktan Cumhuriyet'e geçiş tabii ki en belirgin kırılmaydı. İmparatorluğun hiçbir sistemi, üretim ilişkilerinde gelinen noktaya cevap verebilecek nitelikte değildi. O nedenle sıçrama kaçınılmazdı.
İkinci büyük kırılma 1950'de çok partili sisteme geçişle birlikte Demokrat Parti'nin tek başına iktidara gelmesiyle yaşandı. Ticaret burjuvazisi hızla gelişmiş, özellikle de çiftçilik ciddi boyut kazanmıştır. Hem rahmetli Celal Bayar'ın hem de rahmetli Adnan Menderes'in kırsal kesim üretiminden geliyor olmaları bir tesadüf değildir.
Asker - sivil - aydın bürokrasisiyle ülkenin üretim güçlerine ve siyasal sistemine hâkim olmuş 'devlet partisi' CHP'nin yeni gelişen bu kesimlerin önünü, daha fazla kesmesi mümkün değildi. Demokrasinin ilk tohumlarının atılması; yeni filizlenen üretici güçlerin önünün açılması gerekiyordu.
Bir sonraki kırılma 1983'te 24 Ocak Kararları ve hemen ardından Özal döneminin devreye girmesiyle yaşanacaktı. Taşra burjuvazisi de gelişmişti artık ve serbest piyasa ekonomisinin önünde duran engeller kaldırılmalı, liberalizme yol açılmalıydı.
Bütün bunlara rağmen devlet hâlâ en büyük ekonomik ve üretici güç olarak pozisyonunu koruyor; asker-sivil-aydın bürokrasisi hâkim-i mutlak gibi iktidarlarla dilediği gibi oynayabiliyordu. O yıllarda hükümetlerin ortalama ömrü 1,5 yıldı ve meclis aritmetiğine bakılmadan atanan Nihat Erim, Yalım Erez gibi millette tabanı olmayan bürokratların kurdukları hükümetlere güven oyu aldırılıyordu...
İlk kurulduğu günden bu yana siyasî varoluş erkini asker-sivil-aydın bürokrasisinden alan ve bu nedenle çok partili sisteme, yani millî iradenin bir ölçüde tecelli etmeye başladığı sisteme adapte olamayan CHP, genlerine yerleşmiş ‘halka rağmen halk için’ konseptinin etkisiyle bir kez daha tek başına iktidar olma şansını elde edemeyecekti.
AK Parti ve lideri tarih sahnesine bir gereklilik sonucu çıktılar... Toplumun ekonomik, siyasî ve sosyal anlamda geldiği tekâmül noktasının gereklerini bir bir yerine getirmek durumundaydılar; yoksa varoluş nedenlerini inkâr etmiş olurlardı. Neydi misyonları? Devleti küçültmek; özelleştirmelere, CHP'ye ve muhafazakâr sola rağmen hız vermek, sağlık meselesini çözmek; alt yapı yatırımlarını hızlandırmak; ihracatı ve mega projelerle ülkenin refah seviyesini artırmak...
Türkiye'nin bütün üretici güçlerinin ülke ekonomisi içinde yer almalarını ve refahtan pay elde edebilmelerini sağlamak üzere yeni gelişen millî burjuvazinin temsilcisi olan AK Parti (Bazılarını AK Parti'de karşılaştıkları zaman şaşırtan sosyal demokrat söylem ve politikaların nedeni, temsil edilen işte o millî burjuvazidir) misyonunu tamamlayabilmiş midir?
Hayır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz, pek çok iktidarın önünde tutucu bir set gibi duran asker-sivil-aydın bürokrasisi, bu misyonun ve Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinin önündeki engellerden en yamanı, ancak belki de sonuncusudur. Toplum dinamikleri değişir, Sanayi 4.0 çok farklı bir kırılımı dikte eder, onu bilemem. Ancak Türkiye'nin önündeki son çağ dışı engel budur ve bu engel aşılmak üzeredir...
Anayasa değişikliği bu misyonun son aşamasıdır. Bugün Evet çıksa da, çıkmasa da, yakın bir gelecekte mutlaka gerçekleşecek bir 'kırılmadır'... Çünkü yumurtanın içindeki civciv olgunlaşmıştır. Ve var olabilmek, hayatta kalabilmek için kabuğunu kırmak durumundadır...
Var oluşunun kaynağını o bürokrasiden alan; sadece onun desteğiyle iktidar, ya da hiç değilse iktidarın en azından bir parçası olma arzusunu bir refleks haline getirmiş olan CHP ise, kabuğun kırılmaması için bütün gayretiyle mücadele etmektedir. İnsanların bu serüvende nerede pozisyon alacakları, onların gelecek konusundaki sorumluluklarının bir parçası olacaktır...