Yürü, Sinan Başkan! Kim tutar seni!
05 AĞUSTOS 2007
İlahi 9. Cumhurbaşkanım! İlahi sevgili büyüğüm Süleyman Demirel!...
Önce Deniz Baykal’ı istifa etmemesi konusunda yüreklendirdiğiniz iddia edildi. Şimdi de Demokrat Parti’nin başına Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün Bey’in gelmesi için çalışmalara başladığınız söyleniyor...
Tabii ki, bu bir dedikodu olabilir. Ya da sevimli ATO Başkanı’nın yeni bir ‘publicity’ (görünürlük) taktiklerinden biri... Eğer öyleyse duruma açıklık getirmeniz lazım Sayın Cumhurbaşkanım. Yoksa önüne gelen sizin itibarınızdan götürür...
Medyada ön plana çıkmak için sayın Başkan zaman zaman böyle numaralar yapar çünkü... DP’ye girip çıktığı gün şöyle yazmışım:
“Fırtına gibi girdiği siyaset sahnesinden fırtına gibi indi. Sinan Aygün Bey’e de böyle dramatik bir performans yakışırdı zaten...
Şimdi ben Sayın Aygün’den bir kitap yazmasını bekliyorum: ‘Ben parti üyesiyken...’ gibi... Ya da yeni araştırmalar çıkabilir ortaya: ‘ATO’nun yeni araştırması sonuçlandı: Siyasi parti lideri olmasalardı ne olurlardı?’... Hani daha önce de yaptırmıştı: ‘Mafya babası olmasalardı, ne olurlardı?’ Medya bu araştırma sonuçlarını saf saf yayınlamıştı da, biz de hasbelkader merak edip Oda’dan araştırmanın yöntemini sormuştuk. Böylece işin ‘Polis emeklisi bir ağabeyimize havale edilmiş’ olduğunu öğrenmiş, bu bilimsel (!) araştırma yönteminden çıkan sonuçları heyecanla izlemiştik.
Yazık oldu... Çok yazık!.. Siyasete atıldığını ilk duyduğumda yazdığım ve her zaman takdirlerimle birlikte dile getirdiğim gibi, iş ve iletişim dünyasının en yetenekli, en parlak publicity (medyada görünürlük) ustası sahneyi amatörlere terk etti. Oysa Sinan Bey aday olduğu gün PR ataklarına start vermiş, siyasi iletişimimiz renklenmeye başlamıştı... Sinan Bey’i iletişim sahalarında görmek istiyoruz...”
Aynen böyle demişim... Sinan Bey sanki benim çağrıma cevap veriyor şu sıra... Bence birkaç gün sonra çıkıp “Çok istediler ama DP’ye Başkan olmadım!...” diye açıklama da yapabilir. Serde ‘publicity’ ustalığı var ya... Haber ol da nasıl olursan ol...
Sinan Aygün her zaman medyada görünme ustası olmuştur. Kedi Köpek Güzellik Yarışması Jüri Başkanlığı; Ecevit’in vesayet altına alınması için dava dilekçesi vermesi; Annan Planı’nın basın toplantısına hamallar getirtip, yan yana konursa kaç kilometre, üst üste konursa kaç metre olacağını anlatması; TBMM bahçesine milli futbolcuların heykellerinin dikilmesini önermesi; El Kaide’nin bir ‘marka’ gibi davrandığını söylemesi, Sars virüsünün Türkiye için bir fırsat olduğunu tespit etmesi; Türkiye’nin ekonomisini düzeltmesi için 20-25 aileden kurtulması gerektiğini açıklaması; borcun yiğidi bozacağı hatta travesti yapacağını iddia etmesi... Sinan Bey, bu ve benzeri ‘ilginç’ konuları gündeme taşımasıyla PR işinin bu alanına çok hakim olduğunu her zaman göstermiş, bizim basın da onu izlemiştir.
Bu arada Uluslararası Halkla İlişkiler Birliği’nin de (IPRA) Sayın Aygün’ü takdir ettiğini, kredi kartları ile ilgili çalışmaları nedeniyle onu birincilikle ödüllendirdiğini unutmayalım...
Aslında onunla ilgili en veciz sözü DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan söylemiştir:“Ona (Sinan Aygün’e) bütün odalar feda olsun!”
Paris para kazanıyor, ya Helin?
Gazetelerden birinde vardı. Sormuşlar: Helin Avşar Paris Hilton’a ne kadar benziyor? Ancak Paris Hilton medyada görünmek için yaptığı numaraları (publicity) paraya tahvil ediyor. Bizim Helin ‘ti teber şah merdan’... Yani elinde avcunda bir şey yok. Ablası koltuk çıkmasa sürünecek...
Bu konu hep gündeme gelir. Şöhret ve marka!... O marka mı bu marka mı, diye tartışıp dururlar. Ben de “Türkiye’de şöhret var ama marka yok” der dururum...
Hemen şunu sormak gerek: Paris’in avukatları, finansçıları, sekreteryası, iş geliştirme grupları, sağlık koçu, spor koçu, sanat direktörü, etkinlik ve PR yönetimi ekibi, bireysel iş ve iletişim danışmanı; sonra da tüm bu ekipleri yönetip yönlendirecek şirket yöneticisi var mı? Var!... Peki Helin kızımızın nesi var?.. Ablası...
Kıssadan hisse. Eğer bir pazarlama iletişimi sisteminin parçası değilse medyada dilediğiniz kadar görünün, hiçbir işe yaramaz. Aynı şey şahıslar kadar şirketler için de geçerlidir...
Ege’nin tadı ‘Büyük Ayrılık’la çıkar
Bu yaz Ege’deydik... Foça, Bozcaada, Bodrum... İnsanın kendini özel hissettiği yerlerden biri olarak size Foçantique Oteli’ni daha önce anlatmıştım... Hizmet özürlü bir ilişki biçimlerinin hakim olduğu turizmimiz içinde bu vahalar çok önemliydi... Örneğin Bozcaada’da Armagrandi Oteli de öyledir. Özellikle Gökhan Ceylan’ın içten yönetimiyle...
Sadece 4-5 gün kalmıştık Foça’da. Döndükten bir hafta sonra postadan bir paket çıktı. İçinde bir kitap. CHP İzmir milletvekili Kemal Anadol yazmış. Hayli kalın. Tuğla gibi. Adı: Büyük Ayrılık... Kim göndermiş? Foçantique’in sahipleri Alemdar ve İnci Alemdaroğlu çifti...
Pazarlama iletişiminde tipik bir beklenti üzerinde davranış sergileme örneği. Etkili olmak ve algılamayı yönetebilmenin en önemli yöntemlerinden biri... Üç kuruş beş para. Ama ilişki yönetimi açısından değerine paha biçilemez...
CHP’ye şu sıra kızıyorum ya. Partisi öyle, milletvekilinden ne hayır gelir ki, diye kitabın yüzüne bakmadım. Sonra eşim okumaya başladı. Bazı bölümlerini de yüksek sesle bana okudu... Öyle bir sardı ki, tatil boyunca elden düşürmedik...
1904’ten başlayarak Osmanlı’nın son demlerine kadar Ege’de olup bitenleri Foça ve çevresinden yolla çıkarak çok hoş anlatmış Anadol... Büyük Ayrılık romanını okumamış olan aydın Egeli ‘Ben Egeliyim’ demesin, aydın olduğunu da ayrıca tartışmaya açsın!..
Önce Deniz Baykal’ı istifa etmemesi konusunda yüreklendirdiğiniz iddia edildi. Şimdi de Demokrat Parti’nin başına Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün Bey’in gelmesi için çalışmalara başladığınız söyleniyor...
Tabii ki, bu bir dedikodu olabilir. Ya da sevimli ATO Başkanı’nın yeni bir ‘publicity’ (görünürlük) taktiklerinden biri... Eğer öyleyse duruma açıklık getirmeniz lazım Sayın Cumhurbaşkanım. Yoksa önüne gelen sizin itibarınızdan götürür...
Medyada ön plana çıkmak için sayın Başkan zaman zaman böyle numaralar yapar çünkü... DP’ye girip çıktığı gün şöyle yazmışım:
“Fırtına gibi girdiği siyaset sahnesinden fırtına gibi indi. Sinan Aygün Bey’e de böyle dramatik bir performans yakışırdı zaten...
Şimdi ben Sayın Aygün’den bir kitap yazmasını bekliyorum: ‘Ben parti üyesiyken...’ gibi... Ya da yeni araştırmalar çıkabilir ortaya: ‘ATO’nun yeni araştırması sonuçlandı: Siyasi parti lideri olmasalardı ne olurlardı?’... Hani daha önce de yaptırmıştı: ‘Mafya babası olmasalardı, ne olurlardı?’ Medya bu araştırma sonuçlarını saf saf yayınlamıştı da, biz de hasbelkader merak edip Oda’dan araştırmanın yöntemini sormuştuk. Böylece işin ‘Polis emeklisi bir ağabeyimize havale edilmiş’ olduğunu öğrenmiş, bu bilimsel (!) araştırma yönteminden çıkan sonuçları heyecanla izlemiştik.
Yazık oldu... Çok yazık!.. Siyasete atıldığını ilk duyduğumda yazdığım ve her zaman takdirlerimle birlikte dile getirdiğim gibi, iş ve iletişim dünyasının en yetenekli, en parlak publicity (medyada görünürlük) ustası sahneyi amatörlere terk etti. Oysa Sinan Bey aday olduğu gün PR ataklarına start vermiş, siyasi iletişimimiz renklenmeye başlamıştı... Sinan Bey’i iletişim sahalarında görmek istiyoruz...”
Aynen böyle demişim... Sinan Bey sanki benim çağrıma cevap veriyor şu sıra... Bence birkaç gün sonra çıkıp “Çok istediler ama DP’ye Başkan olmadım!...” diye açıklama da yapabilir. Serde ‘publicity’ ustalığı var ya... Haber ol da nasıl olursan ol...
Sinan Aygün her zaman medyada görünme ustası olmuştur. Kedi Köpek Güzellik Yarışması Jüri Başkanlığı; Ecevit’in vesayet altına alınması için dava dilekçesi vermesi; Annan Planı’nın basın toplantısına hamallar getirtip, yan yana konursa kaç kilometre, üst üste konursa kaç metre olacağını anlatması; TBMM bahçesine milli futbolcuların heykellerinin dikilmesini önermesi; El Kaide’nin bir ‘marka’ gibi davrandığını söylemesi, Sars virüsünün Türkiye için bir fırsat olduğunu tespit etmesi; Türkiye’nin ekonomisini düzeltmesi için 20-25 aileden kurtulması gerektiğini açıklaması; borcun yiğidi bozacağı hatta travesti yapacağını iddia etmesi... Sinan Bey, bu ve benzeri ‘ilginç’ konuları gündeme taşımasıyla PR işinin bu alanına çok hakim olduğunu her zaman göstermiş, bizim basın da onu izlemiştir.
Bu arada Uluslararası Halkla İlişkiler Birliği’nin de (IPRA) Sayın Aygün’ü takdir ettiğini, kredi kartları ile ilgili çalışmaları nedeniyle onu birincilikle ödüllendirdiğini unutmayalım...
Aslında onunla ilgili en veciz sözü DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan söylemiştir:“Ona (Sinan Aygün’e) bütün odalar feda olsun!”
Paris para kazanıyor, ya Helin?
Gazetelerden birinde vardı. Sormuşlar: Helin Avşar Paris Hilton’a ne kadar benziyor? Ancak Paris Hilton medyada görünmek için yaptığı numaraları (publicity) paraya tahvil ediyor. Bizim Helin ‘ti teber şah merdan’... Yani elinde avcunda bir şey yok. Ablası koltuk çıkmasa sürünecek...
Bu konu hep gündeme gelir. Şöhret ve marka!... O marka mı bu marka mı, diye tartışıp dururlar. Ben de “Türkiye’de şöhret var ama marka yok” der dururum...
Hemen şunu sormak gerek: Paris’in avukatları, finansçıları, sekreteryası, iş geliştirme grupları, sağlık koçu, spor koçu, sanat direktörü, etkinlik ve PR yönetimi ekibi, bireysel iş ve iletişim danışmanı; sonra da tüm bu ekipleri yönetip yönlendirecek şirket yöneticisi var mı? Var!... Peki Helin kızımızın nesi var?.. Ablası...
Kıssadan hisse. Eğer bir pazarlama iletişimi sisteminin parçası değilse medyada dilediğiniz kadar görünün, hiçbir işe yaramaz. Aynı şey şahıslar kadar şirketler için de geçerlidir...
Ege’nin tadı ‘Büyük Ayrılık’la çıkar
Bu yaz Ege’deydik... Foça, Bozcaada, Bodrum... İnsanın kendini özel hissettiği yerlerden biri olarak size Foçantique Oteli’ni daha önce anlatmıştım... Hizmet özürlü bir ilişki biçimlerinin hakim olduğu turizmimiz içinde bu vahalar çok önemliydi... Örneğin Bozcaada’da Armagrandi Oteli de öyledir. Özellikle Gökhan Ceylan’ın içten yönetimiyle...
Sadece 4-5 gün kalmıştık Foça’da. Döndükten bir hafta sonra postadan bir paket çıktı. İçinde bir kitap. CHP İzmir milletvekili Kemal Anadol yazmış. Hayli kalın. Tuğla gibi. Adı: Büyük Ayrılık... Kim göndermiş? Foçantique’in sahipleri Alemdar ve İnci Alemdaroğlu çifti...
Pazarlama iletişiminde tipik bir beklenti üzerinde davranış sergileme örneği. Etkili olmak ve algılamayı yönetebilmenin en önemli yöntemlerinden biri... Üç kuruş beş para. Ama ilişki yönetimi açısından değerine paha biçilemez...
CHP’ye şu sıra kızıyorum ya. Partisi öyle, milletvekilinden ne hayır gelir ki, diye kitabın yüzüne bakmadım. Sonra eşim okumaya başladı. Bazı bölümlerini de yüksek sesle bana okudu... Öyle bir sardı ki, tatil boyunca elden düşürmedik...
1904’ten başlayarak Osmanlı’nın son demlerine kadar Ege’de olup bitenleri Foça ve çevresinden yolla çıkarak çok hoş anlatmış Anadol... Büyük Ayrılık romanını okumamış olan aydın Egeli ‘Ben Egeliyim’ demesin, aydın olduğunu da ayrıca tartışmaya açsın!..