Zıkkım’ın kökü!
06 AĞUSTOS 2006
Reina’daki bir kaç restoranda yemek yemişliğim vardır. Köşebaşı’nın kebapları, Niş’in yemekleri Boğaz manzarası eşliğinde çok iyi gider.. Hele bir de mehtap varsa.. Hiç 24.00’ten sonraya kalmadım. Çünkü o saatten sonra müziğin türü değişir.. Bir de sesi sonuna kadar açarlar. Ne sohbet kalır, ne muhabbet..
Gecenin bir saatinden sonra hem karşı kıyı hem de beri taraftaki evlerde uyku falan hak getire. Sınır 80 desibelmiş.. Boğaz’ın iki yakasına yayılmış 550 eğlence yerinden çıkan ses gücü 100’lerle ifade oluyormuş. Kulakların dayanma sınırı ise 140 desibelmiş.. Vur patlasın çal oynasın. Taksim Meydanı’nın en işlek saatinde gürültü 40 desibeli geçmezmiş. Varın gerisini siz düşünün...
Tam da onlarca dostumun şikayetini dile getireyim diye düşünüyordum ki, ajanslar bunlardan 11 tanesinin kapatıldığını geçtiler. Bu tür ‘şiddet uygulamaları’ nezih jet setimizi rencide etmiş olabilir. Anlarım. Vali’nin açıklaması çok net: “Onbinlerce imzalı şikayet mektupları geldi. Bir kere sözlü ihtar ettik. Sonra para cezası kestik. Arkasından da bir haftalığına kapattık.. Onlar durmazsa ben durdururum...”
Hani özgürlüklerimizin sınırı başkalarının özgürlüklerinin başladığı yere kadarmış ya! Bu eğlence merkezlerinin yöneticileri orada dursalar ve akıllı uslu bir kriz iletişimi yapsalar, belki de bu işten güçlenerek çıkacaklar. Ne münasebet! Açıklamaları şöyle: “Üsküdar’da Başbakan’ın evi var. Ona yağ çekmek için bizi susturdular!” Bir başkası: “Burada iş adamları buluşup iş bağlıyorlar. Ülke ekonomisine getirilen katma değeri bilseler bize dokunmazlar!” Bir diğeri: “Bu tür antidemokratik uygulamaları şiddetle kınıyoruz!”
İnsanın içinden ‘zıkkımın kökü’ diyesi geliyor..
Google Savaşı’nda Helin Avşar önde
Internet ortamında adınızın kaç kez geçtiği, sadece sağlamış olduğunuz bilinirliğin işaretidir; iş hayatının olmazsa olmazı, ‘itibar’ın değil... Buna rağmen Google rating’leri bugünlerde sık sık gündeme geliyor. Hani “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye soran adama, “Bir dakika” dedikten sonra cepten evdeki kızını arayan ve sonra da adama dönüp “Pek kimse değilmişsiniz, Google’da adınız yok!” diye itirazda bulunan trafik polisi misali..
Bu durumu değerlendirmek isteyen Google, şirin bir siteyi devreye sokmuş: www.googlefight.com. Türkçesi Google Savaşı.. İki kişinin adını veriyorsunuz. Bir iki saniye içinde o iki kişinin ‘hit’ grafikleri çıkıyor karşınıza. Ben medyamızın bu yaz yoğunlukla işlediği dört isim arasında ‘hit’ savaşına baktım. Hepsi maşallah 50 binler civarında. Sıralama şöyle: 1. Helin Avşar, 2. Siren Ertan 3. Süreyya Yalçın 4. Eda Taşpınar... Niçin bu dört isme baktım? Çünkü bunlar iletişim fenomeni... İşleriyle değil sergiledikleri bireysel duruşlarıyla gündeme geliyorlar. Zor iş.. Hele Bodrum’un yakıcı sıcağında, ısısı 50 derecenin üstüne çıkan sokak parkelerinin üstünde halhalları gösterebilmek için çıplak ayakla yürümek her babayiğidin harcı değildir..
‘Sevgi anlaşmak değildir’
Cenazesine gidemedim. Ayaklarım beni götürmedi.. Duygu Asena’yı o ‘hoş haliyle’ hatırlamak istedim hep. Bazılarının “Müslüman kokteyli” dedikleri ve insanların birbirlerini görmeye geldikleri anma törenlerinden de hep uzak durmuşumdur. İşin tuhaf tarafı, benimkine de insanlar gelsin isterim, hani.. Uzun süre yazmakta da tereddüt ettim. Ama borcum kaldığını düşünüyorum.. Ölümünden bir süre önce aramıştım. Telefonda sohbet etmiştik. Uğrarım, demiştim. Gidemedim...
... 1980’lerin başı. Karacan Yayınları Genel Yayın Yönetmeniyim. Kadınca Dergisi’ndeki başarısını uzaktan hafif kıskanarak izliyorum. Faik Akın o sırada Güneş’te çalışıyor. Bize uğradı.
- Haydi kalk Gelişim’e, Duygu’ya gidelim!
- Hoppala! Tanımam ki Duygu Hanım’ı? Ne bahane bulacağız?
- Nasılsa yolda bir şeyler gelir aklımıza; haydi yürü gidiyoruz!..
Öyle tanıştık kendisiyle.. O kadar sıcaktı ve dosttu ki!.. Kendisiyle bir araya gelmek için bizim gibi pek çok kişinin sürekli bahaneler uydurduğunu sonraları öğrenecektim. TRT’ye yaptığımız ve Müveddet Anter’in sunduğu “Ondan Sonra” adlı TV programında 3-4 yıl birlikte çalıştık. Onun bölümünde üç değişik program ortağı ile çalıştı.. Faik Akın, Aydın Boysan, Hilmi Yavuz, sonunda da Selim İleri .. Her hafta TRT’de biraraya gelirdik. Hiçbir konuda anlaşamazdık. Ama hep sevdik birbirimizi. Ben ne kadar “maço” isem o da o kadar “ecnebi”ydi... Faik ile bir olur, kızdırmaya çalışırdık. İkimizle de baş ederdi.. Onunla düşüncelerden çok duyguda buluşurduk.
Son dönemde TV’de birlikte program yaptığımız sevgili Özlem Gürses için sık sık kullandığım “Sevgi anlaşmak değildir” aforizması o günlerden kalmadır.. Nur içinde yat sevgili Duygu..
Gecenin bir saatinden sonra hem karşı kıyı hem de beri taraftaki evlerde uyku falan hak getire. Sınır 80 desibelmiş.. Boğaz’ın iki yakasına yayılmış 550 eğlence yerinden çıkan ses gücü 100’lerle ifade oluyormuş. Kulakların dayanma sınırı ise 140 desibelmiş.. Vur patlasın çal oynasın. Taksim Meydanı’nın en işlek saatinde gürültü 40 desibeli geçmezmiş. Varın gerisini siz düşünün...
Tam da onlarca dostumun şikayetini dile getireyim diye düşünüyordum ki, ajanslar bunlardan 11 tanesinin kapatıldığını geçtiler. Bu tür ‘şiddet uygulamaları’ nezih jet setimizi rencide etmiş olabilir. Anlarım. Vali’nin açıklaması çok net: “Onbinlerce imzalı şikayet mektupları geldi. Bir kere sözlü ihtar ettik. Sonra para cezası kestik. Arkasından da bir haftalığına kapattık.. Onlar durmazsa ben durdururum...”
Hani özgürlüklerimizin sınırı başkalarının özgürlüklerinin başladığı yere kadarmış ya! Bu eğlence merkezlerinin yöneticileri orada dursalar ve akıllı uslu bir kriz iletişimi yapsalar, belki de bu işten güçlenerek çıkacaklar. Ne münasebet! Açıklamaları şöyle: “Üsküdar’da Başbakan’ın evi var. Ona yağ çekmek için bizi susturdular!” Bir başkası: “Burada iş adamları buluşup iş bağlıyorlar. Ülke ekonomisine getirilen katma değeri bilseler bize dokunmazlar!” Bir diğeri: “Bu tür antidemokratik uygulamaları şiddetle kınıyoruz!”
İnsanın içinden ‘zıkkımın kökü’ diyesi geliyor..
Google Savaşı’nda Helin Avşar önde
Internet ortamında adınızın kaç kez geçtiği, sadece sağlamış olduğunuz bilinirliğin işaretidir; iş hayatının olmazsa olmazı, ‘itibar’ın değil... Buna rağmen Google rating’leri bugünlerde sık sık gündeme geliyor. Hani “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye soran adama, “Bir dakika” dedikten sonra cepten evdeki kızını arayan ve sonra da adama dönüp “Pek kimse değilmişsiniz, Google’da adınız yok!” diye itirazda bulunan trafik polisi misali..
Bu durumu değerlendirmek isteyen Google, şirin bir siteyi devreye sokmuş: www.googlefight.com. Türkçesi Google Savaşı.. İki kişinin adını veriyorsunuz. Bir iki saniye içinde o iki kişinin ‘hit’ grafikleri çıkıyor karşınıza. Ben medyamızın bu yaz yoğunlukla işlediği dört isim arasında ‘hit’ savaşına baktım. Hepsi maşallah 50 binler civarında. Sıralama şöyle: 1. Helin Avşar, 2. Siren Ertan 3. Süreyya Yalçın 4. Eda Taşpınar... Niçin bu dört isme baktım? Çünkü bunlar iletişim fenomeni... İşleriyle değil sergiledikleri bireysel duruşlarıyla gündeme geliyorlar. Zor iş.. Hele Bodrum’un yakıcı sıcağında, ısısı 50 derecenin üstüne çıkan sokak parkelerinin üstünde halhalları gösterebilmek için çıplak ayakla yürümek her babayiğidin harcı değildir..
‘Sevgi anlaşmak değildir’
Cenazesine gidemedim. Ayaklarım beni götürmedi.. Duygu Asena’yı o ‘hoş haliyle’ hatırlamak istedim hep. Bazılarının “Müslüman kokteyli” dedikleri ve insanların birbirlerini görmeye geldikleri anma törenlerinden de hep uzak durmuşumdur. İşin tuhaf tarafı, benimkine de insanlar gelsin isterim, hani.. Uzun süre yazmakta da tereddüt ettim. Ama borcum kaldığını düşünüyorum.. Ölümünden bir süre önce aramıştım. Telefonda sohbet etmiştik. Uğrarım, demiştim. Gidemedim...
... 1980’lerin başı. Karacan Yayınları Genel Yayın Yönetmeniyim. Kadınca Dergisi’ndeki başarısını uzaktan hafif kıskanarak izliyorum. Faik Akın o sırada Güneş’te çalışıyor. Bize uğradı.
- Haydi kalk Gelişim’e, Duygu’ya gidelim!
- Hoppala! Tanımam ki Duygu Hanım’ı? Ne bahane bulacağız?
- Nasılsa yolda bir şeyler gelir aklımıza; haydi yürü gidiyoruz!..
Öyle tanıştık kendisiyle.. O kadar sıcaktı ve dosttu ki!.. Kendisiyle bir araya gelmek için bizim gibi pek çok kişinin sürekli bahaneler uydurduğunu sonraları öğrenecektim. TRT’ye yaptığımız ve Müveddet Anter’in sunduğu “Ondan Sonra” adlı TV programında 3-4 yıl birlikte çalıştık. Onun bölümünde üç değişik program ortağı ile çalıştı.. Faik Akın, Aydın Boysan, Hilmi Yavuz, sonunda da Selim İleri .. Her hafta TRT’de biraraya gelirdik. Hiçbir konuda anlaşamazdık. Ama hep sevdik birbirimizi. Ben ne kadar “maço” isem o da o kadar “ecnebi”ydi... Faik ile bir olur, kızdırmaya çalışırdık. İkimizle de baş ederdi.. Onunla düşüncelerden çok duyguda buluşurduk.
Son dönemde TV’de birlikte program yaptığımız sevgili Özlem Gürses için sık sık kullandığım “Sevgi anlaşmak değildir” aforizması o günlerden kalmadır.. Nur içinde yat sevgili Duygu..