Zaman inisiyatifi ele alma zamanıdır!..
20 Haziran 2009 Akşam Gazetesi
Türkiye'de itibarı en üst düzeyde kalmış, halkın tüm kesimlerinden en yüksek güven puanını almayı sürdüren tek kuruluş hala Türk Silahlı Kuvvetleri... Bu konuda tereddüdü olan varsa lütfen bir e-posta atsın; kendilerine TSK'nın değil uluslararası kuruluşların ve üniversitelerin yaptırdığı onlarca araştırmayı hemen göndereyim...
Bu notu zaman zaman bana tereddütlerini bildiren ya da bildirmeseler de bu kadar iddialı ifadelere karşı olan bazı okurlar için düşüyorum... Daha da kesin ifade edelim: Türk halkının açık ara en çok güvendiği kurum Türk Silahlı Kuvvetleri'dir...
Prof. Dr. Acar Baltaş'ın ifadesiyle, mevcudiyetini 'Bu işte benim ne çıkarım var?' (What's in it for me?) sorusundan değil; 'değerlerden' alan iki toplumsal yapıdan biri olarak gücünü koruyabilmiştir Türk Silahlı Kuvvetleri... Diğeri de dini yapılanmalardır tabii ki...
Peki, bir kurum ne zaman zayıflar, içten içe çürür?..
Değerlerini yitirdiği zaman...
Bu durum şirketler için de böyledir; devletler için de; futbol takımları için de; hatta aileler için de...
Şu sıra yapılmak istenen nedir?.. TSK'nın değer taşlarını yerinden oynatmak... Milli mutabakatın son buluştuğu kaleyi yıkmaya çalışmak!.. En azından zayıflatmak...
Buna karşı yapılacak tek şey nedir? Sırtı yine milli mutabakata yaslamak... Oradan güç ve destek almak...
Bunun için ne gerekir?..
Müphemiyetin ortadan kaldırılması! Hem de hemen... Algılama yönetiminde en etkili faktör zamandır... Hızdır...
Bunu da en iyi askerler bilir...
Oysa şu sıra geçen her saatin TSK'nın aleyhine çalışmakta olduğunu da en iyi onların bilmesi gerekir... Bilgilendirme ve aksiyon alma sürecinde TSK'nin inisiyatifi ele alması, iletişim atağına geçmesi zamanı gelmiştir ve geçmektedir.
Geç kalınmış doğru bir adım; erken atılmış yarı doğru bir adımdan daha yanlış olabilir... Ve de daha iyi, iyi'nin; en iyi hepsinin düşmanıdır...
Dikkat! Marka genişlemesi her yöne çalışmaz...
MEDYA ve kamuoyunda 'yönetilen gündem'in içinde yer alan kuruluşların yanı sıra 'gündemi yöneten' kuruluşlar da var. Aradaki fark çok basit: Bir konuya veya gündeme malzeme olan şirketler ve işini iyi yapıp işini malzeme yapan, gündem yaratan şirketler.
Neredeyse magazin haberlerinin bile ekonomik krizle ilişkilendirildiği, yatırımların ve istihdamın durma noktasında olduğu yolunda şeamet tellallığı yapıldığı bir dönemde 'risk'li bir işe imza atan Banvit de bu ikinci türden şirketlere iyi bir örnek.
Sen yıllarca beyaz et ve sağlıklı beslenme konularına yatırım yap, pazar lideri ol, pazara yön ver, pazarın gelişmesi için çaba harca, kuş gribi ve benzer krizlerden layıkıyla çıkmayı başar, hedef kitle nezdinde beyaz et ve yararlarıyla ilgili konu yönetimi yap, markanı beyaz et üzerine odaklayıp neredeyse jenerik marka haline gel, bir gün çıkıp 'Ben şimdi de kırmızı et sektörüne girip, şansımı deneyeceğim' deyiver...
Allah'tan bana kimse fikrimi sormamış... İlk reaksiyonum 'Aklınızı peynir ekmekle yediniz herhalde!' olurdu...
Marka genişlemesi (brand extention) marka yönetiminde çok önemli bir unsurdur... Bir markaya yaptığınız yatırımı çok küçük pazarlama yatırımlarıyla diğer ürün gamlarına taşıyabilirsiniz... Çamaşır makinesinden bulaşık makinesine oradan buzdolabına ve diğer beyaz eşya ürünlerine geçmek gibi... Fakat marka genişlemesi her yöne çalışmaz... Ya da 'Zor çalışır!' diyelim... Gillette çok ünlü ve başarılı bir erkek markası diye, Gillette marka prezervatif çıkarırsanız dilediğiniz satış hedeflerine ulaşamayabilirsiniz...
Banvit şu sıra 'zor'u deniyor... Yaptığı tanıtım aslında gerek PR, gerek pazarlama, gerekse reklam alanında üniversitede tartışılacak düzeyde ilginç. İlginçliğin bir ayağı da rekabetin yoğunluğunda... Banvit'in beyaz et için verdiği mücadelenin benzerini, kırmızı et için yıllardır para, emek ve zaman harcayarak vermiş onca rakipler arenada avlarını bekleyen aslanlar gibi yeni girişimcileri yalayıp yutmak için sabırsızlanıyorlar.
Yine de içimden bir ses 'Helal olsun. Bu cesaret, her türlü şansı hak ediyor' diyor. Diğer nispeten daha düşük volümlü bir ses ise 'Acaba nasıl yapacaklar?' diye endişeli...
Banvit'i her şıkta kutluyorum... Rekabet tüketiciye, yani bizlere yarar... Sahneye girişleri muhteşem oldu... Umalım devamı da öyle gelir...
Türkiye'de itibarı en üst düzeyde kalmış, halkın tüm kesimlerinden en yüksek güven puanını almayı sürdüren tek kuruluş hala Türk Silahlı Kuvvetleri... Bu konuda tereddüdü olan varsa lütfen bir e-posta atsın; kendilerine TSK'nın değil uluslararası kuruluşların ve üniversitelerin yaptırdığı onlarca araştırmayı hemen göndereyim...
Bu notu zaman zaman bana tereddütlerini bildiren ya da bildirmeseler de bu kadar iddialı ifadelere karşı olan bazı okurlar için düşüyorum... Daha da kesin ifade edelim: Türk halkının açık ara en çok güvendiği kurum Türk Silahlı Kuvvetleri'dir...
Prof. Dr. Acar Baltaş'ın ifadesiyle, mevcudiyetini 'Bu işte benim ne çıkarım var?' (What's in it for me?) sorusundan değil; 'değerlerden' alan iki toplumsal yapıdan biri olarak gücünü koruyabilmiştir Türk Silahlı Kuvvetleri... Diğeri de dini yapılanmalardır tabii ki...
Peki, bir kurum ne zaman zayıflar, içten içe çürür?..
Değerlerini yitirdiği zaman...
Bu durum şirketler için de böyledir; devletler için de; futbol takımları için de; hatta aileler için de...
Şu sıra yapılmak istenen nedir?.. TSK'nın değer taşlarını yerinden oynatmak... Milli mutabakatın son buluştuğu kaleyi yıkmaya çalışmak!.. En azından zayıflatmak...
Buna karşı yapılacak tek şey nedir? Sırtı yine milli mutabakata yaslamak... Oradan güç ve destek almak...
Bunun için ne gerekir?..
Müphemiyetin ortadan kaldırılması! Hem de hemen... Algılama yönetiminde en etkili faktör zamandır... Hızdır...
Bunu da en iyi askerler bilir...
Oysa şu sıra geçen her saatin TSK'nın aleyhine çalışmakta olduğunu da en iyi onların bilmesi gerekir... Bilgilendirme ve aksiyon alma sürecinde TSK'nin inisiyatifi ele alması, iletişim atağına geçmesi zamanı gelmiştir ve geçmektedir.
Geç kalınmış doğru bir adım; erken atılmış yarı doğru bir adımdan daha yanlış olabilir... Ve de daha iyi, iyi'nin; en iyi hepsinin düşmanıdır...
Dikkat! Marka genişlemesi her yöne çalışmaz...
MEDYA ve kamuoyunda 'yönetilen gündem'in içinde yer alan kuruluşların yanı sıra 'gündemi yöneten' kuruluşlar da var. Aradaki fark çok basit: Bir konuya veya gündeme malzeme olan şirketler ve işini iyi yapıp işini malzeme yapan, gündem yaratan şirketler.
Neredeyse magazin haberlerinin bile ekonomik krizle ilişkilendirildiği, yatırımların ve istihdamın durma noktasında olduğu yolunda şeamet tellallığı yapıldığı bir dönemde 'risk'li bir işe imza atan Banvit de bu ikinci türden şirketlere iyi bir örnek.
Sen yıllarca beyaz et ve sağlıklı beslenme konularına yatırım yap, pazar lideri ol, pazara yön ver, pazarın gelişmesi için çaba harca, kuş gribi ve benzer krizlerden layıkıyla çıkmayı başar, hedef kitle nezdinde beyaz et ve yararlarıyla ilgili konu yönetimi yap, markanı beyaz et üzerine odaklayıp neredeyse jenerik marka haline gel, bir gün çıkıp 'Ben şimdi de kırmızı et sektörüne girip, şansımı deneyeceğim' deyiver...
Allah'tan bana kimse fikrimi sormamış... İlk reaksiyonum 'Aklınızı peynir ekmekle yediniz herhalde!' olurdu...
Marka genişlemesi (brand extention) marka yönetiminde çok önemli bir unsurdur... Bir markaya yaptığınız yatırımı çok küçük pazarlama yatırımlarıyla diğer ürün gamlarına taşıyabilirsiniz... Çamaşır makinesinden bulaşık makinesine oradan buzdolabına ve diğer beyaz eşya ürünlerine geçmek gibi... Fakat marka genişlemesi her yöne çalışmaz... Ya da 'Zor çalışır!' diyelim... Gillette çok ünlü ve başarılı bir erkek markası diye, Gillette marka prezervatif çıkarırsanız dilediğiniz satış hedeflerine ulaşamayabilirsiniz...
Banvit şu sıra 'zor'u deniyor... Yaptığı tanıtım aslında gerek PR, gerek pazarlama, gerekse reklam alanında üniversitede tartışılacak düzeyde ilginç. İlginçliğin bir ayağı da rekabetin yoğunluğunda... Banvit'in beyaz et için verdiği mücadelenin benzerini, kırmızı et için yıllardır para, emek ve zaman harcayarak vermiş onca rakipler arenada avlarını bekleyen aslanlar gibi yeni girişimcileri yalayıp yutmak için sabırsızlanıyorlar.
Yine de içimden bir ses 'Helal olsun. Bu cesaret, her türlü şansı hak ediyor' diyor. Diğer nispeten daha düşük volümlü bir ses ise 'Acaba nasıl yapacaklar?' diye endişeli...
Banvit'i her şıkta kutluyorum... Rekabet tüketiciye, yani bizlere yarar... Sahneye girişleri muhteşem oldu... Umalım devamı da öyle gelir...