Zamlar nasıl yedirilir, dersi!..
17 EKİM 2011
Başbakan yine tüm muhalifleri zor durumda bıraktı…
Zamlarla ilgili açıklamaları hayli çarpıcı:
“Biz eşeği sağlam kazığa bağlamak zorundayız… Sigara içmezsin, alkolü daha az tüketirsin olur biter. Kalkıp da Porsche kullanacağına Fiat’a Volkswagen’e bin”
Siyasi iletişimdeki “Korku - Umut” ikilemi gereği bir de Yunanistan ‘öcüsünü’ gösterdi ki, bu noktadan sonra hükümeti zamlar konusunda eleştirince, ille de içki sigara içmek için yırtınan, 1.600 santimetreküpten büyük motora sahip arabalara binmek için tepinen ve ülkesinin Yunanistan gibi batma noktasına gelmesi pek de umurunda olmayan insan durumuna düşmek işten bile değil.
Bu ithalat ve lüks çılgınlığına bir gün set çekilmesi gerektiğini bilmeme rağmen, zamları savunacak değilim. Ancak zamların iletişiminin nasıl yapıldığını ilgiyle izliyorum… Gündem öyle bir yönetildi ki, zamları yapanları değil, zamlara itiraz edenleri eleştirmek daha çarpıcı hale geldi… Dünyada örneği olduğunu sanmıyorum…
Bir İsrailli kaç kişiye bedel?..
Hayat bazen insanları da ülkeleri de böyle kritik anlarla, tuhaf ikilemlerle karşı kaşıya getirir... Menfaatlerin “1027’ye 1” noktasında buluşuyor olmasından türetilecek onlarca anlamdan sadece ama sadece bir tanesinin ‘algılama yönetimi’ açısından çok değerli olduğunu yine İsraillilerin idrak etmiş olmasını da sadece ‘kaderin cilvesi’ diye açıklamak pek kolay değildir.
Aslında, 26 Haziran 2006’da İsrailli asker Gilad Şalit’in Hamas tarafından esir alınmasıyla İsrail tarafından başlatılan ‘kurtarma operasyonu süreçleri’nin her bir adımı, istihbarattan dış politikaya, psikolojiden sosyolojiye uzanan pek çok alanda örnek vakalar olarak kabul edilebilir.
Gilad’ın babası büyük bir savaş vermiş; Gazze’ye yardım taşıyan barış gönüllüleriyle defaatle görüşmüş; Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazmış. Sonuçta Şimon Peres’in bile bizim Başbakana sempati duymasıyla noktalanacak o meşhur “1027’ye 1” formülünün bulunmasına kadar her süreçte yer almaya çalışmış... Sonuç tam bir kazan – kazan ilişkisi… En azından iletişim öyle yapılıyor…
Ama yine de insanın içinde bir burukluk…
‘1027 Filistinliye bedel’ olan Gilad Şalit’i ve olayın kendisini ‘efsane’ kılmak için abartıya müsait fazlasıyla yeterli bir durum var ortada... “Bir Türk dünyaya bedel!” gibi bir şey… Filmini de çekerler, romanını da yazarlar, belgeselini de yaparlar, ulusal kahraman da ilan ederler...
İsrail, dünyaya kendisini ‘efsaneleri’ ve de ‘hurafeleri’ ile anlatmaya devam eder; Musevilerin Allah tarafından ‘seçilmiş’ halk, o yüzden de farklı oldukları inancı ve kompleksi bir güzel okşanır. Her zaman olduğu gibi, kendisi için ‘kutsal olan’ın üzerine titreyen, mukaddesinden hikâye çıkaran ve ‘iyi anlatan’ kazanır.
Oysa en az Gilad Şalit kadar ‘kutsal ve değerli’ kim bilir kaç Filistinli esir olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama yaşananlardan ‘hikâye’ yaratabilme ve dünyaya ‘hikâyeler anlatabilme’ Gilad Şalit’i de, Filistinli esirleri de fersah fersah aşan bir başka ‘soft power’ (yumuşak güç) stratejisi ve uygulamasını gereksiniyor.
Alışveriş ‘mantıklı’ bir iş değildir. ‘Duygularla’ birebir ilgilidir. Kapitalizmin hikâyeleri reklamlardır. Hikâye demek fikir demektir. Markayı uçuran da fikirdir zaten.
Fikir, markanın da, insanın da, siyasi partilerin de, kurumların da, ülkelerin de ‘hakikatte değil realitede’ nasıl olduğunu algılatan ‘kıvamına ermiş soyutlama’dır.
Ancak ve ancak fikir sahibi olanların, ‘etkili’ olma şansı vardır.
Zamlarla ilgili açıklamaları hayli çarpıcı:
“Biz eşeği sağlam kazığa bağlamak zorundayız… Sigara içmezsin, alkolü daha az tüketirsin olur biter. Kalkıp da Porsche kullanacağına Fiat’a Volkswagen’e bin”
Siyasi iletişimdeki “Korku - Umut” ikilemi gereği bir de Yunanistan ‘öcüsünü’ gösterdi ki, bu noktadan sonra hükümeti zamlar konusunda eleştirince, ille de içki sigara içmek için yırtınan, 1.600 santimetreküpten büyük motora sahip arabalara binmek için tepinen ve ülkesinin Yunanistan gibi batma noktasına gelmesi pek de umurunda olmayan insan durumuna düşmek işten bile değil.
Bu ithalat ve lüks çılgınlığına bir gün set çekilmesi gerektiğini bilmeme rağmen, zamları savunacak değilim. Ancak zamların iletişiminin nasıl yapıldığını ilgiyle izliyorum… Gündem öyle bir yönetildi ki, zamları yapanları değil, zamlara itiraz edenleri eleştirmek daha çarpıcı hale geldi… Dünyada örneği olduğunu sanmıyorum…
Bir İsrailli kaç kişiye bedel?..
Hayat bazen insanları da ülkeleri de böyle kritik anlarla, tuhaf ikilemlerle karşı kaşıya getirir... Menfaatlerin “1027’ye 1” noktasında buluşuyor olmasından türetilecek onlarca anlamdan sadece ama sadece bir tanesinin ‘algılama yönetimi’ açısından çok değerli olduğunu yine İsraillilerin idrak etmiş olmasını da sadece ‘kaderin cilvesi’ diye açıklamak pek kolay değildir.
Aslında, 26 Haziran 2006’da İsrailli asker Gilad Şalit’in Hamas tarafından esir alınmasıyla İsrail tarafından başlatılan ‘kurtarma operasyonu süreçleri’nin her bir adımı, istihbarattan dış politikaya, psikolojiden sosyolojiye uzanan pek çok alanda örnek vakalar olarak kabul edilebilir.
Gilad’ın babası büyük bir savaş vermiş; Gazze’ye yardım taşıyan barış gönüllüleriyle defaatle görüşmüş; Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazmış. Sonuçta Şimon Peres’in bile bizim Başbakana sempati duymasıyla noktalanacak o meşhur “1027’ye 1” formülünün bulunmasına kadar her süreçte yer almaya çalışmış... Sonuç tam bir kazan – kazan ilişkisi… En azından iletişim öyle yapılıyor…
Ama yine de insanın içinde bir burukluk…
‘1027 Filistinliye bedel’ olan Gilad Şalit’i ve olayın kendisini ‘efsane’ kılmak için abartıya müsait fazlasıyla yeterli bir durum var ortada... “Bir Türk dünyaya bedel!” gibi bir şey… Filmini de çekerler, romanını da yazarlar, belgeselini de yaparlar, ulusal kahraman da ilan ederler...
İsrail, dünyaya kendisini ‘efsaneleri’ ve de ‘hurafeleri’ ile anlatmaya devam eder; Musevilerin Allah tarafından ‘seçilmiş’ halk, o yüzden de farklı oldukları inancı ve kompleksi bir güzel okşanır. Her zaman olduğu gibi, kendisi için ‘kutsal olan’ın üzerine titreyen, mukaddesinden hikâye çıkaran ve ‘iyi anlatan’ kazanır.
Oysa en az Gilad Şalit kadar ‘kutsal ve değerli’ kim bilir kaç Filistinli esir olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama yaşananlardan ‘hikâye’ yaratabilme ve dünyaya ‘hikâyeler anlatabilme’ Gilad Şalit’i de, Filistinli esirleri de fersah fersah aşan bir başka ‘soft power’ (yumuşak güç) stratejisi ve uygulamasını gereksiniyor.
Alışveriş ‘mantıklı’ bir iş değildir. ‘Duygularla’ birebir ilgilidir. Kapitalizmin hikâyeleri reklamlardır. Hikâye demek fikir demektir. Markayı uçuran da fikirdir zaten.
Fikir, markanın da, insanın da, siyasi partilerin de, kurumların da, ülkelerin de ‘hakikatte değil realitede’ nasıl olduğunu algılatan ‘kıvamına ermiş soyutlama’dır.
Ancak ve ancak fikir sahibi olanların, ‘etkili’ olma şansı vardır.