Zenginlik mutluluğa engel değildir
01 Nisan 2017 - Derin Ekonomi
Şu tür züğürt tesellisi laflarla mutlaka sizler de tanışmışsınızdır:
“Zengin’in parası züğürdün çenesi yorar” ya da “Onlar zengin olabilirler, ancak mutsuzlardır…”
Bu ve benzeri sözlerle avunanların sayısı az değildir. Eğer hâlâ avunmayanlar olursa, onlara intihar olaylarının ya da içki tüketiminin İskandinav ülkelerinde falan ne boyutta olduğunu anlatırsınız. Ya da Naom Chomsky’den dem vurur, onun ABD’nin ‘maneviyatını yitirdiğini’ iddia ettiğinin altını çizesiniz…
Hele de dünyanın en zengin 8 kişisinin toplam servetinin dünyanın yarısının ürettiği Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’dan fazla olduğunu söylerseniz, meseleyi iyice “para kazanmak pek de matah bir şey değildir” eksenine taşıyabilirsiniz.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Murat Şeker’in yaptığı ve Anadolu Ajansı’nın servise koyduğu araştırma bu zenginlik meselesine daha keskin bir boyut getirmiş: “Artan gelir mutluluk getirmiyor” başlığıyla yayınlanan araştırma özetinde, gelişmiş ülkelerde gelir artışının mutluluk etkisi yaratmadığı, gelişmekte olan ülkelerde ise bu durumun tersine işlediği iddia ediliyor.
Murat Şeker Hoca şu net tespiti yapıyor:
"Dünya Mutluluk Raporu’nun sonuçlarına göre, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip G20 ülkeleri arasından sadece 4 ülkenin mutluluk sıralamasında ilk 20’ye, sadece 10 ülkenin ise ilk 50’ye girebildiği görülüyor.
Yine dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülkelerden biri olan Çin’in mutluluk sıralamalarında düşük bir performans izlediğine işaret ediliyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerine yaptığım araştırmalara göre gelişmiş ülkelerde gelir artışı mutluluk etkisi yaratmıyor, gelişmekte olan ülkelerde ise bu durum tersine işliyor. ABD, Fransa ve Japonya’da son 50 yıllık dönem incelendiğinde, gelirin sürekli artmasına rağmen mutluluk seviyesinde önemli bir artış görülmüyor."
Şimdi buradan hangi sonucu çıkarmalıyız?
Şu sonucu mu: Mutlu olmak için az para kazanın!…
Tabii ki hayır.
Mutluluk ile parayı birbirleriyle ne kadar ilişkilendirmek lazım, onu tartışmakta yararlı olabilir. Bu tür analojilerin insanı yanlış varsayımlara taşıdığını biliyoruz. Mesela şunun gibi varsayımlara:
“Yazın dondurma tüketimi artar, aynı zamanda yaz aylarında denizde, barajda, gölde, derede boğulanların sayısı da artmaktadır. O halde dondurma yemek, suda boğulmaya neden olur…”
Mutluluğun yolu ruhun tekâmülünden, dünyevî zenginliğin yolu ise aklın tekâmülüyle ilgilidir. Yukarıdaki analojiyle ortaya, ‘akıl tekâmül ederse ruhun gelişmesi geri kalır’, gibi bir ‘varsayım’ çıkar ki, bunun iler tutar tarafı yoktur. Akıl da ruh da bir insanda, bir ülkede -tıpkı Osmanlı’da ve diğer yüzlerce yıl sürmüş ve dünyaya hem aklî hem de ruhî miraslar bırakmış medeniyetler gibi- aynı oranda ve yüksek dozda tekâmül etmiş olabilir. Dünya ve insanlık tarihi, ya da en yakın çevremiz, dünyevî zenginlikle mutluluğun aynı anda var olabildiği örneklerle doludur.
Özetlersek, mutsuzluğun temeli dünyevî zenginlik değil ruhsal yoksulluktur. Bir ülke maneviyatını kaybeder, değerlerini kuşaklardan kuşaklara aktarmaz, millî ve manevî değerlerini tekâmül ettirmeyi ihmal eder, ülkenin üst yapı varlıklarına, yani yumuşak gücüne (soft power) yatırım yapmazsa, o ülke insanlarının mutsuz olmaları mukadderdir.
Yukarıda sözünü etiğimiz değerlerin gelişebileceği, serpilip büyüyeceği tek mümbit ortam ise millî bağımsızlığın büyüyüp gelişebildiği ortamlardır. Kendi kaderini tayin edemeyen bir milletin insanı, hiçbir zaman ruhen tekâmül edemez, insanları mutlu olamaz.
Son yıllarda ülkemizde harekete geçirilmiş olan millî bağımsızlık hareketleri işte bu nedenle de önemlidir. Zengin oldukları halde millî ve buna ilaveten ruhsal bağımsızlıklarını yitirmiş ülkeleri nirengi (benchmark) noktası almamak, onların saldırgan Anti-İslam, Anti-Türkiye, Anti-Erdoğan tutumlarını kale almamakla işe başlamakta yarar olabilir.
Türkiye bu ay müthiş bir kırılma çizgisinden geçiyor. Küreselleşme, evrensel entelektüel masalıyla emperyal tahakküm altında kalmayı mı sürdürecek, yoksa yolunu millî bağımsızlığın, millî kimlik ve kişiliğin gerektirdiği yöne doğru mu çizecek, göreceğiz.
Bizce esenliğin yolu ikincisidir. Türkiye bugün olmasa, elbette bir başka fırsatta oraya doru evrilecektir. Çünkü karakterinde, fıtratında millî bağımsızlık vardır…
“Zengin’in parası züğürdün çenesi yorar” ya da “Onlar zengin olabilirler, ancak mutsuzlardır…”
Bu ve benzeri sözlerle avunanların sayısı az değildir. Eğer hâlâ avunmayanlar olursa, onlara intihar olaylarının ya da içki tüketiminin İskandinav ülkelerinde falan ne boyutta olduğunu anlatırsınız. Ya da Naom Chomsky’den dem vurur, onun ABD’nin ‘maneviyatını yitirdiğini’ iddia ettiğinin altını çizesiniz…
Hele de dünyanın en zengin 8 kişisinin toplam servetinin dünyanın yarısının ürettiği Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’dan fazla olduğunu söylerseniz, meseleyi iyice “para kazanmak pek de matah bir şey değildir” eksenine taşıyabilirsiniz.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Murat Şeker’in yaptığı ve Anadolu Ajansı’nın servise koyduğu araştırma bu zenginlik meselesine daha keskin bir boyut getirmiş: “Artan gelir mutluluk getirmiyor” başlığıyla yayınlanan araştırma özetinde, gelişmiş ülkelerde gelir artışının mutluluk etkisi yaratmadığı, gelişmekte olan ülkelerde ise bu durumun tersine işlediği iddia ediliyor.
Murat Şeker Hoca şu net tespiti yapıyor:
"Dünya Mutluluk Raporu’nun sonuçlarına göre, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip G20 ülkeleri arasından sadece 4 ülkenin mutluluk sıralamasında ilk 20’ye, sadece 10 ülkenin ise ilk 50’ye girebildiği görülüyor.
Yine dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülkelerden biri olan Çin’in mutluluk sıralamalarında düşük bir performans izlediğine işaret ediliyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerine yaptığım araştırmalara göre gelişmiş ülkelerde gelir artışı mutluluk etkisi yaratmıyor, gelişmekte olan ülkelerde ise bu durum tersine işliyor. ABD, Fransa ve Japonya’da son 50 yıllık dönem incelendiğinde, gelirin sürekli artmasına rağmen mutluluk seviyesinde önemli bir artış görülmüyor."
Şimdi buradan hangi sonucu çıkarmalıyız?
Şu sonucu mu: Mutlu olmak için az para kazanın!…
Tabii ki hayır.
Mutluluk ile parayı birbirleriyle ne kadar ilişkilendirmek lazım, onu tartışmakta yararlı olabilir. Bu tür analojilerin insanı yanlış varsayımlara taşıdığını biliyoruz. Mesela şunun gibi varsayımlara:
“Yazın dondurma tüketimi artar, aynı zamanda yaz aylarında denizde, barajda, gölde, derede boğulanların sayısı da artmaktadır. O halde dondurma yemek, suda boğulmaya neden olur…”
Mutluluğun yolu ruhun tekâmülünden, dünyevî zenginliğin yolu ise aklın tekâmülüyle ilgilidir. Yukarıdaki analojiyle ortaya, ‘akıl tekâmül ederse ruhun gelişmesi geri kalır’, gibi bir ‘varsayım’ çıkar ki, bunun iler tutar tarafı yoktur. Akıl da ruh da bir insanda, bir ülkede -tıpkı Osmanlı’da ve diğer yüzlerce yıl sürmüş ve dünyaya hem aklî hem de ruhî miraslar bırakmış medeniyetler gibi- aynı oranda ve yüksek dozda tekâmül etmiş olabilir. Dünya ve insanlık tarihi, ya da en yakın çevremiz, dünyevî zenginlikle mutluluğun aynı anda var olabildiği örneklerle doludur.
Özetlersek, mutsuzluğun temeli dünyevî zenginlik değil ruhsal yoksulluktur. Bir ülke maneviyatını kaybeder, değerlerini kuşaklardan kuşaklara aktarmaz, millî ve manevî değerlerini tekâmül ettirmeyi ihmal eder, ülkenin üst yapı varlıklarına, yani yumuşak gücüne (soft power) yatırım yapmazsa, o ülke insanlarının mutsuz olmaları mukadderdir.
Yukarıda sözünü etiğimiz değerlerin gelişebileceği, serpilip büyüyeceği tek mümbit ortam ise millî bağımsızlığın büyüyüp gelişebildiği ortamlardır. Kendi kaderini tayin edemeyen bir milletin insanı, hiçbir zaman ruhen tekâmül edemez, insanları mutlu olamaz.
Son yıllarda ülkemizde harekete geçirilmiş olan millî bağımsızlık hareketleri işte bu nedenle de önemlidir. Zengin oldukları halde millî ve buna ilaveten ruhsal bağımsızlıklarını yitirmiş ülkeleri nirengi (benchmark) noktası almamak, onların saldırgan Anti-İslam, Anti-Türkiye, Anti-Erdoğan tutumlarını kale almamakla işe başlamakta yarar olabilir.
Türkiye bu ay müthiş bir kırılma çizgisinden geçiyor. Küreselleşme, evrensel entelektüel masalıyla emperyal tahakküm altında kalmayı mı sürdürecek, yoksa yolunu millî bağımsızlığın, millî kimlik ve kişiliğin gerektirdiği yöne doğru mu çizecek, göreceğiz.
Bizce esenliğin yolu ikincisidir. Türkiye bugün olmasa, elbette bir başka fırsatta oraya doru evrilecektir. Çünkü karakterinde, fıtratında millî bağımsızlık vardır…