Zor görev!..
22 EYLÜL 2010
Zor görev!..
Ekim ayının ikinci günü nihayet başlıyoruz: “Sinema Muhabbetleri”…
Ayda bir Cumartesi günleri en az 4 saat sürecek (sarkabilir) çalışmanın kilit mesajı şöyle: Sinemayı ‘okumak’ hayatı okumaktır…
Grup Çalışması’nın ‘marka vaadi’ olarak neden bu ‘motto’yu benimsediğimizi tek paragraf ile şöyle ifade edebiliriz:
Tüm sanatların tek amacı vardır: Sanatların en yücesine hizmet etmek. Nedir sanatların en yücesi: Yaşama Sanatı’dır. Peki, 7 sanat dalı hangileridir? Çok tartışılır; ancak biz kendi listemizi verelim: Resim, Müzik, Mimari, Bale, Şiir, Heykel, Sinema…
Genelde en yoğun tartışma, “Bu listede edebiyat niye yok?” üzerine olur. Ben de bu soruyu soranlara Karl Marx ve Friedrich Engels’in “Sanat ve Edebiyat Üzerine” adlı eserini okumalarını tavsiye ederim. Demek ki, en azından onlar, Sanatta Edebiyatın mündemiç (içkin) olmadığını düşünmüş olmalılar.
Öte yandan tüm diğer sanatları ve ilaveten edebiyatı içermesi nedeniyle sanatların en karmaşığı ve onların kesişme noktası olan sinemayı ‘okumayı’ başarırsak, tüm sanatların hizmet etmesi gereken Yaşam’ı da ‘okumayı’ başarabiliriz belki... Mantık bu yani…
Çok mu karmaşık? Evet öyle. Ancak hayatın kendisinin basit olduğunu kim iddia etti ki zaten?..
2 Ekimde başlayacak çalışma grubunun afişinde şöyle yazıyor: “Sinemacı olmayan sinemacılar ve ‘okuyarak eğlenmek’ isteyenlere açıktır”. Yukarıda açıkladığım nedenle sadece sinemayı değil, şiiri, müziği, mimariyi, resmi, heykeli, şiiri ve romanı da ‘okumayı’ öğrenmeye çalışacağız. İnsanın temel ihtiyaçlarından biri olan estetik’in nereden geldiğini de… (Bu sonuncuyu Üstün Barışta ve Dücane Cündioğlu Enstitü’de daha önce anlatmışlardı)
“Öğreneceğiz” diyorum, çünkü hasbelkader ben yöneteceğim çalıştayı. İletişim uygulamaları konusundaki ‘pratik’ ustalığım dışında hiçbir uzmanlığımın olmadığını baştan söyleyeyim… Söyleyeyim ki, kimse ‘kuş konduracağımı’ sanıp düş kırıklığına uğramasın… Adı üstünde ‘çalıştay’. Birlikte çalışacağız… Ayrıca ‘Faşizan’ (!) bir yönetim tarzı da vaat ediyorum ‘katılımcı adaylara’… Katılım payı, adam başı 50 TL… 9 aylık peşin alınıyor (belki üç taksit yaparlar). İkram düştükten sonra gelirin tamamı İletişim Enstitüsü’nün Burs Fonu’na kalacak…
Kabul etmek zorunda kalacağım gerçekten “mücbir sebep halleri” yoksa, bir çalışmayı kaçıranın ya da ödevlerini adam gibi yapmayanın bir sonraki çalışmaya katılma şansı yok. Gelecek yılı bekleyecek. Bir de arada ödevler var tabii. İzlenecek filmler, okunacak romanlar, müzeler, sergiler, gidilecek sahne eserleri vb… Sonra onlar hakkında “Ne okudum, nasıl okudum, müellif ne demek istemiş?” notları yazılacak, yarım çember şeklindeki çalışma ortamında sunumlar yapılacak …
“Bu koşullarda kimse katılmaz.” diyorlar. Çok iyi…
Ben de “Zaten bu çalışmaya ‘kimse’ türünden katılım olmasın istiyorum. Diyojen’in aradığı özellikte bir iki ‘adam’ gelse yeter”…
Yani biraz da kendim için yapıyorum bu zor ‘üretimi’... Kendi tekâmülüm, bu tür yeniden üretimlerden aldığım lezzet için, diyelim… Benimle ‘görüşmek’ istediğini ısrarla belirten bütün eş dosta işte fırsat. Beklerim. Hayatta bir şey kazanmak istiyorsanız, hayat size mutlaka bir bedel ödetiyor. Burada durum farklı değil… Ancak sonuna kadar gidebilirsek, hep beraber beş kuş birden vuracağımız kesin:
1. Görüşüp hasret gidereceğiz; 2. Tekâmül edebilme ihtimalimiz var. 3. İletişim mastırı öğrencilerine burs desteği vereceğiz; 4. Eğleneceğiz; 5. Artık ‘hayatı okumayı’ öğrenmiş olacağımız için daha az düş kırıklığı yaşayacak, daha mutlu olacağız…
Nasıl vaat ama?.. :)
Ekim ayının ikinci günü nihayet başlıyoruz: “Sinema Muhabbetleri”…
Ayda bir Cumartesi günleri en az 4 saat sürecek (sarkabilir) çalışmanın kilit mesajı şöyle: Sinemayı ‘okumak’ hayatı okumaktır…
Grup Çalışması’nın ‘marka vaadi’ olarak neden bu ‘motto’yu benimsediğimizi tek paragraf ile şöyle ifade edebiliriz:
Tüm sanatların tek amacı vardır: Sanatların en yücesine hizmet etmek. Nedir sanatların en yücesi: Yaşama Sanatı’dır. Peki, 7 sanat dalı hangileridir? Çok tartışılır; ancak biz kendi listemizi verelim: Resim, Müzik, Mimari, Bale, Şiir, Heykel, Sinema…
Genelde en yoğun tartışma, “Bu listede edebiyat niye yok?” üzerine olur. Ben de bu soruyu soranlara Karl Marx ve Friedrich Engels’in “Sanat ve Edebiyat Üzerine” adlı eserini okumalarını tavsiye ederim. Demek ki, en azından onlar, Sanatta Edebiyatın mündemiç (içkin) olmadığını düşünmüş olmalılar.
Öte yandan tüm diğer sanatları ve ilaveten edebiyatı içermesi nedeniyle sanatların en karmaşığı ve onların kesişme noktası olan sinemayı ‘okumayı’ başarırsak, tüm sanatların hizmet etmesi gereken Yaşam’ı da ‘okumayı’ başarabiliriz belki... Mantık bu yani…
Çok mu karmaşık? Evet öyle. Ancak hayatın kendisinin basit olduğunu kim iddia etti ki zaten?..
2 Ekimde başlayacak çalışma grubunun afişinde şöyle yazıyor: “Sinemacı olmayan sinemacılar ve ‘okuyarak eğlenmek’ isteyenlere açıktır”. Yukarıda açıkladığım nedenle sadece sinemayı değil, şiiri, müziği, mimariyi, resmi, heykeli, şiiri ve romanı da ‘okumayı’ öğrenmeye çalışacağız. İnsanın temel ihtiyaçlarından biri olan estetik’in nereden geldiğini de… (Bu sonuncuyu Üstün Barışta ve Dücane Cündioğlu Enstitü’de daha önce anlatmışlardı)
“Öğreneceğiz” diyorum, çünkü hasbelkader ben yöneteceğim çalıştayı. İletişim uygulamaları konusundaki ‘pratik’ ustalığım dışında hiçbir uzmanlığımın olmadığını baştan söyleyeyim… Söyleyeyim ki, kimse ‘kuş konduracağımı’ sanıp düş kırıklığına uğramasın… Adı üstünde ‘çalıştay’. Birlikte çalışacağız… Ayrıca ‘Faşizan’ (!) bir yönetim tarzı da vaat ediyorum ‘katılımcı adaylara’… Katılım payı, adam başı 50 TL… 9 aylık peşin alınıyor (belki üç taksit yaparlar). İkram düştükten sonra gelirin tamamı İletişim Enstitüsü’nün Burs Fonu’na kalacak…
Kabul etmek zorunda kalacağım gerçekten “mücbir sebep halleri” yoksa, bir çalışmayı kaçıranın ya da ödevlerini adam gibi yapmayanın bir sonraki çalışmaya katılma şansı yok. Gelecek yılı bekleyecek. Bir de arada ödevler var tabii. İzlenecek filmler, okunacak romanlar, müzeler, sergiler, gidilecek sahne eserleri vb… Sonra onlar hakkında “Ne okudum, nasıl okudum, müellif ne demek istemiş?” notları yazılacak, yarım çember şeklindeki çalışma ortamında sunumlar yapılacak …
“Bu koşullarda kimse katılmaz.” diyorlar. Çok iyi…
Ben de “Zaten bu çalışmaya ‘kimse’ türünden katılım olmasın istiyorum. Diyojen’in aradığı özellikte bir iki ‘adam’ gelse yeter”…
Yani biraz da kendim için yapıyorum bu zor ‘üretimi’... Kendi tekâmülüm, bu tür yeniden üretimlerden aldığım lezzet için, diyelim… Benimle ‘görüşmek’ istediğini ısrarla belirten bütün eş dosta işte fırsat. Beklerim. Hayatta bir şey kazanmak istiyorsanız, hayat size mutlaka bir bedel ödetiyor. Burada durum farklı değil… Ancak sonuna kadar gidebilirsek, hep beraber beş kuş birden vuracağımız kesin:
1. Görüşüp hasret gidereceğiz; 2. Tekâmül edebilme ihtimalimiz var. 3. İletişim mastırı öğrencilerine burs desteği vereceğiz; 4. Eğleneceğiz; 5. Artık ‘hayatı okumayı’ öğrenmiş olacağımız için daha az düş kırıklığı yaşayacak, daha mutlu olacağız…
Nasıl vaat ama?.. :)